16 Aralık 2014 Salı

                                                Çocuk Azize

Azize, mahallelinin çingeneler diye adlandırdığı ailenin kızlarından biriydi. On iki yaşında, elâ gözlü, bembeyaz tenliydi. Banyodan hemen sonra saçlarını kurutmadan sokağa çıkardı.  Çekingen ve uysaldı.  En azından Meral' e göre öyleydi. Meral hiç sevmezdi Azize' yi. Çok zeki bulurdu onu aslında. İçinde haset beslerdi ona karşı. Bazen bunu düşünürdü, düşündükçe önce Azize'den sonra kendinden nefret ederdi.Meral'in kendine olan nefreti dâimiydi. Hoşlanmıyordu kendinden.  Yerli yersiz öfkeleri vardır, öyle öfkelenir ki karşıdaki insanı sonsuza dek kaybedecek derecede sözler söylerdi.  Çoğu zaman da kaybederdi sevdiklerini. Ağır olurdu cümleleri. Öfkesi,siniri çevresindeki insanları bunaltırdı. Bazen elinde bulunan, kendine ait olsun olmasın ne varsa yere çalardı. Dakikalar sonra pişman olurdu. Hep pişman olurdu, hep pişman olacak şeyler yapardı. Azize' yi kırardı, üzerdi. Ama Azize hiçbir zaman bırakıp gitmezdi onu. Meral'i severdi. Belki sever gibi yapardı. Durumları biraz iyi olduğu için - en azından kendilerinden iyi-  yanından ayrılmazdı. Sokaklarda birlikte gezerlerdi. Balkonu olan evlerden birlikte oyuncak çalarlardı. Hiçbir konuda anlaşamayan bu kızlar oyuncak konusunda da anlaşamazdı. Çoğu kez aynı oyuncağa yönelirlerdi. Ve bir gün bunun cezasını ödediler ,yakalandılar. Meral yine öfkelenmişti. Eliyle Azize'ye doğru yöneldi. Birden nasıl olduysa Azize'nin pamuk gibi yanağına -Meral'in deyimiyle pamuk gibiydi Azize'nin yanakları- sert bir tokat indirdi. İkisi de şaşkınlık içerisinde ne yapacaklarını bilemez halde birbirlerine baktılar. Sadece baktılar. Sonra Azize'nin gözlerinden yaşlar inmeye başladı. Ağlıyordu Azize. Meral ilk kez öyle görüyordu onu. Azize ses etmeden ağlıyordu. Meral, bu çingene kızın sessiz ağlayışına şaşmıştı.Tepkisellik bekliyordu. Azize bir şey söylesin istedi. Sessiz sedasız ağlamalara alışık değildi oysa. Kardeşi böyle ağlamazdı ki, feryat figan evi bastırırdı. Çoğu kez Meral korkardı bu yüzden. Ama Azize... Ses çıkarmadan öylece durup bakıyor, sanki ağlamıyor da gözüne toz kaçmış gibi yapmıştı. Şaşkınlığını gizlemeye çalışır Meral.  Alelacele toparlanırlar, evin yolunu tutarlar. 
   Kızlar bu utancı mahalledeki diğer çocuklara anlatmamaya karar verirler. Meral yine bir pişmanlık buhranı ile çeşitli bahanelerle Azize' yi konuşturmaya çalışır. Ancak Azize konuşmamaya yemin etmiş, bir tokat yüzünden dünyaya küsmüş gibidir. Sokağın başında ayrılırlar. Meral mahalledekilerin onunla görüştüğünü bilmelerini istemezdi.  Utanırdı Azize'yle dolaşmaktan. Çünkü hiçbir çocuk oynamak istemezdi onunla. Çünkü bitliydi Azize, çingeneydi, ailesi pis ve pasaklıydı. Mahalle halkı da çocuklarını sıkı sıkı tembihlerdi. 

   '' çingenelerin olduğu tarafa gitmeyin, çingenelerden uzak durun.. ''  daha bir sürü ikazdı işte.

Bazen dozunu kaçırırlardı hatta. Azize'yi gördükleri yerde ailesiyle ilgili mide bulandırıcı söylemlerde bulunurlardı. 
      Ailenin en akıllısıydı. Öyle düşünürlerdi ama elden ne gelir. Yardım etmekten çok vahlanırdı mahalleli. Dedikodu da cabası olurdu. Kardeşi deli Salih'i elinden tutup gezdirirdi. Kimin ne söylediğini umursamazdı bile. Küçük Kadın'dı. Annesinin annesi babasının babasıydı. Abi-ablalarının  da anne-babasıydı. 
     Okula gitmiyordu, gitmek de istemiyordu zaten. Sevmiyordu okulu. Okuyan çocukları da sevmezdi. Böyle de bir kibiri vardı. Sanki çocuklarla kendi istemediği için oynamazmış gibi davranırdı. Belki gerçekten istemezdi. O yüzden mahallenin içten içe sevdiği kızdı. 
     Azize o günden sonra Meral'i hiç affetmedi. Onunla gizli olan buluşmaları da kesti. Meral, defalarca özür dilemişti halbuki. Neden affetmek istemedi ? Onun tanıdığı Azize affederdi. Günlerce düşündü Meral. Konuşmaya karar verdi onunla. Bu vicdan azabına dayanmak zor geliyordu çünkü. Okuldan çıkışta hemen Azizelerin yaşadığı gece kondunun  karşısında bulunan  apartmanlarına girmek yerine Azizelerin  gece kondusuna yöneldi. Etrafa bakınıyor bir yandan. Bir gören olmasın istiyordu. Çekiniyordu hâlâ. Çevreye bakınayım derken gece kondunun ortasına kadar ilerlediğini farketti.. Ancak ev bomboş. Kimseler yoktu. Kötü kokular hariç. Evin içi resmen sidik kokularıyla bulanmıştı. Midesi bulandı Meral'in. Kendini hızla dışarı attı, anlayamadı ne olduğunu. Temiz hava soluğundan sonra farkına vardı. GİTMİŞTİ Azize... 
      Tıpkı Azize'ninki gibi gözyaşları döktü yanaklarına. Pamuk gibi değildi onun yanakları. Ağlarken onu düşündü, onun ağlamasını. Onun gibi ağlamak istedi. Ama yapamadı. Hıçkırıklar kopardı boş avlunun göbeğinde. Durduramadı gözyaşlarını. 
      Ne kadar süre burda böylece durduğunu bilmiyordu, artık hiçbir şey bilmek istemiyordu. Eve gidip uyumak istedi. unutmak istedi. Hep yapardı bunu; unutmak için uyumak vardı onun için. Uyumayı sevdiğindendi bu bahane belki.  
    Seneler sonra bir dersane çıkışında gördü Azize'yi. bir kardeşi daha olmuş. Annesi hep kardeş getirirdi onlara. Kucağında kaldırım kenarında öylece oturuyorlardı. 

       Yine olmadı.. Yanına gidip oturmak istedi ama yapamadı. Önünden geçti gitti.  Çocuk olmaktan vazgeçti sonra Meral. Büyüdü o gün. Muradiye'nin tozlu yollarında bıraktı çocuk olmayı... Hiçbir zaman da unutamadı Azize' yi.

4 Aralık 2014 Perşembe


   

                                         Kayıp Kapak

Beşir'in en sevdiği oyundu gazoz kapaklarıyla oynamak. Aslında bakılırsa Beşir'in mahalledeki bütün arkadaşlarının en sevdiği oyundu. Orta halli ailelerin yaşadığı mahallelerde oyunlar da çocukların kendi imkanlarıyla ortaya çıkarılırdı.  Bu mahallelerde oyuncaklara para verilmezdi. Annelerin babaların kullanmadığı malzemelerle oyuncaklar elde edilirdi.  Dolabın kopan kolu araba  yapılırdı mesela. Babanın alet çantası otobüs...
   Orta ikinci sınıf öğrencisi olan Beşir, derslerinde de vasattı. Okuldan gelir gelmez kendisine ait olmayan odaya çantasını fırlatır, üzerini alelacele soyunur, eşyalarını katlıyormuş gibi yapıp dolabına atardı. Biraz geveze bir çocuktu. Dış görünüşü de pek iyi değildi. On bir çocuğun sondan birincisiydi.  
   Babası mizacı sert, asabiydi. Pek anlaşamazdı babasıyla, babası da onunla, her akşam içen, sabahları da akşam yaptıklarını hatırlamayan bir adamdı. Bazı zamanlar da akşam olanlar için özür dilerdi.  
       Yine bir sabah akşamdan kalma haliyle Beşir'i yanına çağırdı ve ona ''bedava'' çıkan bira kapağını verdi.

        - al bunu oğlum, akşam eve gelirken bir birayı burdan al. 

üzerine beş lira daha verdi. Toplamda iki bira almasını tembihledi. 
Beşir, öfkesini gizleyerek, sadece boş gözlerle bakmakla yetindi. Kapağı cebine koydu, diğer kapaklarını da öteki cebine...

          Balkondan şöyle bir göz attı mahalleye; çocuklar inmiş miydi, inmişlerse bugün ne oynamaya koyulmuşlardı. Bir yandan mahalleyi dikizlerken diğer yandan babasını düşünmeye başladı. 
               Sevmiyordu onu. Karar vermişti buna. Aslında karar vermekte  çok zorlanmıştı. Sabahları bir melek olduğuna inandığı adam, akşamları bir canavara dönüşüyordu birden. Bazı geceler  sarhoş olan adamın, babası olmadığına inanmak isterdi. Bu bir şeyi değiştirmezdi ama. Çünkü Beşir her akşam yerdi dayağı.. Önce annesi, kardeşleri, ablaları abileri...Sonra ona gelirdi sıra. Hatta bazen sadece kendi yerdi. Babası onun çok yaramaz olduğunu düşünürdü çünkü. Geçerli sebep buydu sarhoşluk değil. 

           Bütün bu düşlerin arasına oturan bir seslenme: 
- Beşir! gel ulan aşağıya. Kapak oynayalım.

+ ne bağırıyorsun oğlum. Tamam, geliyorum.

  Beşir, cebine doldurduğu kapaklarıyla hızlıca merdivenlerden indi. Şakır şakır ses geliyordu cebinden. En sevdiği sesti..
       Babası gelmeden eve dönmeliydi, onu mahallede oyun oynarken görürse kaçınılmazdı dayak yemesi. Diğer çocuklar akşam ezanı okunur okunmaz eve geçerdi, Beşir babası mahallenin köşesinde  görünene kadar. Bazı zamanlar babası evin kapısından girer  girmez kapıda Beşir'in onu görmesini beklerdi. Beşir de bunu bildiği için oyun oynarken sürekli evlerinin kapısına bakardı. Çoğu zaman oyuna  dalardı aslında. Babası bunun da çözümünü düşünmüş olacak ki balkona çıkardı. Balkonda sadece izlerdi. Seslenmeden, seslenme gereği duymadan izlerdi. Dakikalarca beklerdi orada, bir ayağını çok yüksek olmayan balkon duvarına uzatır Beşir'in görmesini beklerdi. Zaten her on dakikada balkona ya da kapıya bakan Beşir babasını hemen farkederdi. 
        Oyun bitti. Her zaman olduğu gibi bugün de yutmuştu. Tek mutluluğu mahalledeki çocukları yutmak. Hem de her oyunda. Biriktirdiği yüzlerce bilyesi, gazoz kapakları , tasoları vardı. Evin bodrumuna doğru yürümeye başladı, kafasında kazandıklarının hesabını yapıyordu, birden babasını gördü,babası görmeden kapakların tamamını, evlerinin hemen yanında bulunan izbe bahçeye  attı. Neyse ki fark etmemişti babası. 
      Gelir gelmez biraları sormuştu. Beşir telaşlı biraz da serin kanlı olmaya çalışarak: 
- Hemen alıp geliyorum, dedi. 
        Sinirlenerek elini sağ cebine attı, kapak yok. Sonra sol cebine attı orada da yok. Sinir kendini korkuya dönüştürüyor gittikçe. Engel olunamaz bir gözyaşı geldi hemen ardından. Sakin olmaya çalışıyor kapağı aramaya devam ediyordu. Ama ne yaptıysa ne ettiyse kapağı bulamadı. Aklına bahçeye atmış olabileceği geldi, ancak bahçe çöp yığınıyla dolu olduğu için bulunması zordu. Yine  de devam etti aramaya. Fatih'i çağırdı, en yakın arkadaşı Fatih'ti. Ona yardım edebileceğini biliyordu. Fatih'le dakikalarca aradılar yok. Ne söyleyecekti şimdi babasına ? Ne söylese inanırdı ? Yalan düşünüyordu durmadan. Değiştirerek, yuvarlayarak anlatacaklarını düşünüyordu. Ama artık çok geç... Çünkü babası balkonda onları izliyordu.
- Ne yapıyorsun orada ? 
+ Kapak arıyorum, senin bana sabah verdiğin kapağı kaybetmişim. 
- Bahçede mi arıyorsun ? 

Bahçede mi arıyordu ? Evet. Nasıl izahı olacaktı bunun. Biriktirdiği tüm kapakları buraya attığını söylese , dayak yiyecek, kapağı kaybettiğini söylese yine dayak yiyecek.. Çıkışı yoktu, yiyecekti dayağı. 
   - Evet. 
  + Yukarı gel. 
İşte bu davet dayağa davetti. Alanen bir davet.. 
Fatih'e ucu kırık bir görüşüz attı. 
 Merdivenlerden ağır ağır çıkmaya koyuldu. Ağlamayacağım, ne kadar hızlı vurursa vursun. Kemerle vurursa ? Olsun o zaman da ağlamayacağım. Bu kez sopayla dövecek ama, geçen akşam kopmuştu kemeri.
  Doğru tahminin zevki yüzüne bir gülümsemeyle oturdu. Babası elinde kalın bir sopa ile bekliyordu evde. Ablasını arıyordu Beşir'in gözleri. Onu sadece ablası kurtarır. Ablası yok. Henüz gelmemişti okuldan. 
   Tam anlamıyla eşşek sudan gelinceye kadar yemişti dayağı.. Tek damla gözyaşı akıtmadan. Belki akıtması gereken gözyaşı dudağından akan kan ile anlaşmıştı. Gözyaşı dökülmeyecek bugün. Bugün kanı akacaktı. 
   Hemen o gece ölmeye karar verdi. Dayanamıyordu daha fazla artık. Maalesef  kendini öldüremeyecek kadar yorgun düşmüştü cılız bedeni. Kendiliğinden uyumuştu.. Ve sabah babası baş ucunda saçlarını okşuyordu. Ondan özür diliyordu. Beşir, ağlamamak için sıkıyordu kendini. Babası gitti. Başını kaldırdı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.. Yediği o kadar dayağın ağlatamadığı çocuk, bir baş okşamasına kanmıştı belki...