Pencere kenarındaki eskimiş, köhne kanepeye oturdu, kös kös dışarıyı izliyordu.
Elinde ya da ağzında oyalanacak bir şeyler istedi.Oturduğu yerden doğruldu ve
sabahın ilk ışıklarını bütün enerjisiyle -kollarını iki yana adeta bir denizi
kucaklayacak gibi- sineye çekti. Hemen
her sabah olduğu gibi bu sabah da,
kocasını işe yolcu ettikten sonra pencere kenarındaki kanepesine yerleşti. Çoluk
çocuğun oyunlarını izler hatta bazen bu oyunları anlamlandırmaya çalışırdı. Pazardan ya da marketten dönen mahalleli
kadınlarla muhabbete tutuşur, kadınlarla kahve içmek için kapıya çıkmaya sözleşirdi.Her gün de benim kapımın önünde
içiyoruz şu kahveyi! Biri de demez ki bu sabah bizim tarafta içelim,
haspalar! İçindeki kalkıp gitme dürtüsü
onu harekete geçirdi ve bakkalın yolunu tuttu. Kapı eşiğinden, bakkal çıraklığı
yapan Esra'ya selam verdi. Esra, mahallelilerden Hatice'nin kızıydı. Küçükken
aynı adamı severlermiş Hatice'yle. Esra,ela gözlü, asık yüzlü, sert mizaçlıydı.
Gençliğini bu harabeye dönüşmüş mahallede geçirmişti. Elleri topak topak,
yanakları sarkmış, bir kızın
standardının dışında uzun boyu vardı. Nevin'e hiç çekici gelmezdi, ona göre bu
asık suratlı yüz mahalleliye de çekici
gelmezdi.
İçeri girdi;
-sakız kaç kuruşa, dedi.
-Hayırdır Nevin abla sabah sabah ?
-hiiç. Öyle.
-On kuruş.
Esra'ya çıkarken eliyle selam verdi. Ev ile bakkal arası üç beş
adımlıktı. Sakızını ağzına atmak için sabırsızlanma gereği duymadı. Evin kapısında bir
köşesi yırtık olan terliğini çıkardı, kafasını hafifçe eğdi ayağındaki tek
tarafı yırtık terliğe baktı. Yeni bir terlik almalı. Serhat'a söyleyim de akşam
bir çift alıversin.Pazardan alırız, on liralık bir şeydir. Serhat da epey yoruluyor, çok mu yük oluyoruz ona? Kocalık
vazifesi bakacak tabi. Anamın evinde kuzuydum ben kuzu! Çocukların da masrafı cabası. Büyük de hep tembellik! okutmamalı haylazı. Daha iki yaz öncesi aldığı
ayakkabıları giyiniyor adamcağız. Evlere temizliğe gitsem, izin vermez ki
deyyus. Serhat'ın kadını zenginlerin evinin bokunu temizliyormuş, dedirtmez.
Gururu batasıca! Bu devirde geçinmek zor iş zaten. Ayşe'de geçen anlattı, gırtlağa kadar borca girmiş kocası. Kumarda kaybetmiştir, serseri herif. Yazık etti güzelim kızın gençliğine. Ağır ağır yürüdü holde,
çocuklara bakmak için odalarına yaklaştı,sessizce kapının kolunu indirdi ve göz
ucuyla kapı aralığından baktı. Henüz
uyanmamışlardı. Ah! ne tembel bu çocuklar.Kahvaltı hazırlayıp uyandırayım,
mutfağa ilerledi. Dolabı açtı. sucuklu yumurta yapmaya niyetlendi ama yumurta
yoktu, kalan son iki yumurtayı sabahın köründe işe yolcu ettiği kocasına kırmıştı. Neyse ki sucuk kalmış.
Sucuğu tavaya koydu, üzerine biraz biber
salçası kattı. Yerlerdi çocuklar. Zaten hiçbir şeye itiraz etmezlerdi.
Babalarına çekmişler ne de olsa. Cebinden
karbonatlı sakızı çıkardı, neyse sonra çiğnerim. Çocukların kahvaltısı
bitti, sofrayı toplamaya başladı. Uyanır uyanmaz sokağa kaçıyor bunlar da.
Yeşil fasulye pişiririm, diye geçirdi içinden. Yanına da pilav. Bulgur
pilavı mı yapsam? Kaç zamandır yapamıyorum. Serhat da çocuklar da sevmez ki.
Kendim yerim. Yalnız onlar için mi yapıyorum sanki. Mideme de oturmuyor değil bulgur. Gece yatırmıyor sonra. Mutfağa girdi, kocasının
rakı içtiği ince belli,dokunsan kırılacak izlenimi veren bardağa,soğuk su
doldurdu. Ayaklarını sürüyerek koridoru geçti. Önce kanepeye oturdu sonra elindeki bardağı pencerenin tahtası dökülmüş, yağmur suyu yemekten şişmiş,kenarına
koydu. Öylesine getirmişti suyu da, elbet susarım,diye. Fasulye yapayım, yanına da pirinç
pilavı, hem çocuklar çok sever. Serhat
bugün kaçta gelir ? Neyse üç gibi başlarım yemeğe, ancak yetişir. Elbiseleri çok kirlenmese, çıkmıyor sonra kömür lekesi. Bütün çamaşırları berbat ediyor. Cebinden sakızını çıkardı. Kabını açtı ve ağzına attı. Sakız, ilk çiğneme esnasında çok sertti, yavaş yavaş yumuşamaya başladı. Dişlerinde ağırlığı hissetti. Sakızı yumuşatmak da zor. Dışarıya baktı; pencereden ne kolay
görünüyordu bir sakız alıp gelmek. Çocukları, Serhat'ı ve kenarı yırtık terliği zihnini yormuştu.
Ne basit işti, bir sakız alıp gelmek. Pencere kenarında iken..